Görüntüleme Sayısı

3 Kasım 2015 Salı

Parmaklarınızı 20 saniye sıktığınız zaman...

Başınıza ağrı mı saplandı, kaslarınızda gerilme mi var, sinirleriniz mi bozuldu, sindirim sıkıntısı mı çekiyorsunuz, yorgun mu hissediyorsunuz? Hemen doğru parmağınızı 20 saniye boyunca sıkın! Peki hangi parmağınızı sıkıcağınızı bilmiyor musunuz?
Refleksoloji vücuttaki belirli bölgele baskı uygulayarak anlık gelişen rahatsızlıkları önleme yöntemidir diyebiliriz. Tıbbi durumlarda etkili bir tedavi olmamakla birlikte, iş stresi, anlık mutsuzluklar, olağan yorgunluklara karşı sizi rahatlatabilecek bazı pratik çözümler sunar.

Barbara Kunz ve Kevin Kunz adlı refleksolojistler geçtiğimiz günlerde kendi sitelerinde yayınladıkları bir makale ile gündelik sıkıntılara sadece elinizi ve parmaklarınızı kullanarak getirebileceğiniz çözümler yayınladılar. Makalede geçen yöntemler kısa sürede sosyal medyada yayıldı ve büyük ilgi gördü. Hangi parmağını tuttuğunu söyleyen iletiler ve karşılığında "Hayırdır neye üzüldün?" gibi cevaplar gelmesiyle birlikte bu dalga Türkiye'ye yayılmadan önce sizi bir bilgilendirelim istedik. Araştırmacılara göre her bir parmak ve elin farklı bölgeleri, farklı sıkıntılarımıza çare olacak şekilde tutulup, sıkılıp, ovulduğunda, farklı sıkıntılarımıza çözüm olabiliyor. Nedir peki onlar? İşte size alternatif tedavinin en pratik hali;
1. Bunalmak ve baş ağrıları

Yoğun tempo sebebiyle bunalan ve başı ağrıyan pek çok vatandaşımız olduğunu biliyoruz. Kafanıza bez bağlamak, "Kardeş şu şakaklarımı biraz ovsana", "Mehmet şuradan iki tütsü yak" demek istemiyorsanız baş parmağınızı 3 ila 5 dakika sıkabilirsiniz. Sıkayım derken kan dolaşımınızı etkileyecek kadar sert değil ama baskıyı hissedebileceğiniz kadar sıksanız yeter. Baş parmağınız vücudunuzdaki bütün denge merkezleriyle bağlantılı olarak çalışır.
2. Hüsran duygusu ve kas ağrıları

Vücudunuzdaki kas sistemleriyle ve böbreklerinizle bağlantılı çalışan işaret parmağınızı belirli aralıklarla sıkarak kas ağrılarınızdan kurtulabilirsiniz. İlginç bir başka nokta da Minnesota Üniversitesi'nin çalışmalarına göre işaret parmağı masajı yapılan kişilerin böbrek rahatsızlığı çekenlerin iyileşme sürecini hızlandırdığı görülmüş. Beyninizdeki korku merkezine açılan kapı olarak görülen işaret parmağınız aynı zamanda kötü olaylardan sonra sizi hüsran duygusundan kurtaracaktır. Misal takımınız gol mü yedi? Şampiyonluğu mu kaybetti? Üzülmeyin, işaret parmağınızı sıkın biraz.
3. Yorgunluk ve sinir

Orta parmağınızı öncelikle sinirlerinizi yatıştırmak ve ve yorgunluğunuzu bastırmak için sıkabilirsiniz. Aynı zamanda karaciğer sorunlarında tedaviye destek amaçlı kullanılan orta parmak masajı, öfkelendiğiniz anlarda sizi sakinleştirebilir. Trafikte sıkışıp kaldınız mı? Orta parmağınızı sağa sola gösterip hakaret amaçlı kullanacağınıza, avcunuza alıp biraz sıkın belki sizi yatıştırabilir.

4. Olumsuzluk ve sindirim sorunları

Eğer kendiniz hakkında olumsuz düşünceleriniz varsa hemen yüzük parmağınızı sıkarak meditasyon konumuna geçin. Sizi daha mutlu yapacak ve sindirim sisteminizi düzenleyecektir. Düzenli nefes almaya çalışarak bu alternatif tedaviyi hızlandırabilirsiniz. Ağır bir yemekten sonra denemeye değer ama tuvalete yakın bir yerlerde olmaya gayret gösterin...
5. Stres

Hepimiz bir şekilde stres denen illeti yaşıyoruz. Bu gibi durumlarda kimimizin saçı dökülüyor, kimimiz sivilce çıkartıyor, kimimizin ise bağırsakları bozuluyor. Hiç bunlara gerek yok. Mesainin bitimine 1 saat kala önünüze yığınla iş mi koyuldu? Bir kenara geçim serçe parmağınızı sıkın, ovalayın her şey daha kolay olabilir...

Bonus: Mide bulantısı ve gerginlik

Genelde yığılıp kalan insanların başına bez koyulur avuçlarının içi ovulur, illa bu sahneyi görmüşsünüzdür. Bu aslında çok başarılı bir alternatif tedavi yöntemi. Mideniz bulanıyorsa, özellikle toplu taşıma araçlarında bu rahatsızlık görülebiliyor, hemen avcunuza baskı uygulayın ve ovun. Gerginliğe de birebir olduğu söyleniyor.
Bonus 2: Kan akışı ve enerjisizlik

Soğukta ne yaparsınız? Avuçlarınızı birbirine sürtüp ısı yaratmaya çalışırsınız değil mi? Aslında bu eylem aynı zamanda vücudunuzdaki kan akışını da hızlandırıyor ve bir pil görevi görererek vücudumuza enerji veriyor. Pek çok dövüş sanatında sporcular avuçlarını birbirine vurarak ya da sürterek bu enerjiyi almaya çalışırlar. Yorgun düştüğünüz de ve ısınmak istediğinizde bu yöntemi deneyebilirsiniz. Önümüz kış, karda kıyamette yollarda kalınca elleriniz cebinizde durmasın...

19 Ekim 2015 Pazartesi

KKKA'da ölüme neden olan genler araştırılacak

Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Tıp Fakültesi öğretim üyeleri, TÜBİTAK'ta kabul edilen projeyle, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığında hastanın hayatını kaybetmesine neden olan genleri bulmayı ve sonrasında da tedavide uygulanacak ilaç geliştirmeyi hedefliyor.
CÜ Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı ve Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı'nda eğitim veren 4 öğretim üyesince yürütülen "KKKA Hastalarında Mikro RNA Ekspresyon Profillerinin Araştırılması" adlı proje kapsamında, hastanede tedavi gören hastalardan alınacak kan örnekleriyle, hastalığın bazı kişilerde neden ağır, bazı kişilerde neden hafif seyrettiği ve bazı kişilerin ise ölümüne yol açan neden araştırılacak.
Genler üzerine yapılan bu çalışmada, kişilerin yaşamını yitirmesine hangi genlerin neden olduğunun bulunması ve ona göre ilaç geliştirilmesi hedefleniyor.
Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi ve projenin yürütücüsü Doç. Dr. Serdal Arslan, yaptığı açıklamada, KKKA hastalığının son yıllarda Türkiye'de yaygın olarak görüldüğünü ve ölümlere neden olduğunu hatırlatarak, hastalıkta ölüme neden olan genetik sebeplerin çözümlenmesi ve ona yönelik ilaç geliştirilmesi amacıyla bir proje geliştirdiklerini söyledi.
Arslan, yaklaşık 2 yıl önce hazırlıklarına başladıkları projenin TÜBİTAK tarafından kabul edildiğini aktararak, ekim ayı itibarıyla çalışmalara başladıklarını belirtti.
Etik Kurulu'ndan onay alarak KKKA hastalığı nedeniyle hastanelerinde tedavi gören kişilerden kan örneklerinin bir kısmını topladıklarını aktaran Serdal Arslan, kan örnekleri arasında hayatını kaybeden kişilerin kanlarının da bulunduğunu, çalışmanın daha kapsamlı olması amacıyla yeni gelen hastalardan da kan örnekleri almaya devam edeceklerini kaydetti.
Doç. Dr. Arslan, kan örneklerinde çok ileri, üst düzey genetik çalışmalar yapacaklarını vurgulayarak, "Bu yöntemler sayesinde kişilerin kanlarında aradığımız genetik bilgiye ulaşabilirsek, hastalık hakkında çok geniş bilgi edinmiş olacağız ve tedavi etme şansımız olacak" dedi.

Serdal Arslan, hastalığının seyrinin kişiden kişiye farklılık gösterdiğini de anlatarak, şunları kaydetti:
"Bazı kişiler hastalığı hafif, bazıları şiddetli geçirirken bazıları da hayatını kaybediyor. Biz bu kişiler arasında hastalığın seyrindeki farklılıklara neden olan genetik sebepleri ortaya çıkaracağız. Aslında biz ölüme neden olan faktörü bulmayı hedefliyoruz. Ölen kişilerde ya da hastalığın seyri farklı olan kişilerde genetik nedenleri ortaya çıkaracağız. Özellikle hayatını kaybetmiş kişilerin kan örneklerinden elde edeceğimiz veriler bizim için çok önemli. Eğer biz çalışmanın sonucunda ölen kişilerde çok büyük genetik farklılıklar bulursak, o farklılıkları değiştirmeye yönelik ilaç geliştirme şansımız olacak. Kişi keneyle temas edip virüsü kaptığı zaman onun çoğalmasını engelleyip, kişinin savunma sistemini artırarak hastanın ölmesine mani olacak ilacı geliştirmeyi hedefliyoruz. Virüsü yok etmek imkansız, biz virüsün çoğalmasını durduracağız. Eğer projemiz başarıya ulaşır ve ilaç geliştirirsek, o ilaç virüsün çoğalmasını durduracak ve hastayı tedavi etmiş olacağız."
Ölüme neden olan genleri bulduklarında, hastadan alınan kanla ölüm riskinin yüksek olup olmayacağını da tespit edebileceklerini vurgulayan Doç. Dr. Arslan, "Yani bu hastalıkla gelen kişiden kan örneği alarak, hastalığın seyrini bileceğiz. Ölüme neden olan bir gen varsa, onun için geliştirdiğimiz ilaç tedavisine başlayacağız. Hastadan aldığımız kan örneklerine bakarak durumunun ağır olup olmadığını bilebileceğiz" ifadelerini kullandı.
Serdal Arslan, projenin sonuçlarını yaklaşık bir yıl sonra almayı hedeflediklerini ve projeyi hastalığın tedavisine ciddi anlamda katkı sağlayacak bir çalışma olarak düşündüklerini de sözlerine ekledi.


28 Eylül 2015 Pazartesi

Uzayda Bakteri Testi

Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), atmosferin üzerindeki stratosfer tabakasında gerçekleştireceği deneyde bakteriler üzerinde hayatta kalma testi uygulayacak
Uzayda bakteri testi

Mars’ın yüzeyini andıran koşullarda yapılacak deney, kızıl Gezegen’e yapılacak yolculukta hayatta kalabilme şartları hakkında bilgi sahibi olunmasını sağlayacak. E-MIsT adı verilen konteynerli ve paraşütlü donanım sistemiyle uzaya gönderilecek olan bakteriler, bir süre sonra paraşütün patlatılması ile dünyaya geri dönerek incelenecek.
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     

2 Eylül 2015 Çarşamba

Toksikoloji

Hemen hemen herkes, uygun kullanılmadığında zararlı olacak kimyevi maddelerle temas halindedir. Pek çok ölüm ve belki bunun yüz katı kadar fazla kaza kimyevi maddelerin dikkatsiz kullanılması sonucu meydana gelmektedir.
Toksikoloji üç ana alt dala sahiptir: Bunlardan sanayi toksikolojisi, hava ve sudaki kimyevi kirleticilerin zararlı etkilerini inceler. Bunun yanında çalışma ve ev ortamında mevcut olanları da konu alır. Ekonomik toksikoloji ise ilaçlarda, yiyeceklere ilave edilen maddelerde, kozmetik, gübre ve veteriner ilaçlarındaki kimyevi maddelerle meşgul olur. Adli toksikoloji de özellikle ölüm veya ciddi yaralanmayla sonuçlanan vakaların tıbbi yönüyle meşgul olur.
Her kimyevi madde, toksik etkisine bağlı olarak altı sınıftan birinde mütalaa edilir. Çok fazla toksik, çok toksik, orta derecede toksik, az toksik, oldukça toksik olmayan ve oldukça zararsız.
Zehir, çok fazla veya çok toksik olan kimyevi maddelere verilen isimdir. Bunların az miktarları ciddi zarara veya ölüme sebep olur. Deney hayvanının her kilogramı için 50 miligram ağızdan verildiğinde, 48 saat içinde, bu hayvanların en az % 50'sinin ölümüne sebep olan maddeye kimyevi olarak zehir etiketi konulur. İnsanlar için bu miktar yaklaşık olarak bir çay kaşığı dolusu kadardır.
Toksikoloji, hayvanlar üzerinde deney yaparak, kimyevi maddelerin toksisite derecesini belirlemeye çalışır. Bu maksatla pek çok hayvan kullanılır. Fareler bu iş için kullanılan küçük; maymun ve çiftlik hayvanları büyük hayvanlar arasındadır. Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin tamamlanmasından ve sonucun insanlar üzerindeki etkisi tahmin edildikten sonra sınırlı sayıda deneyin insan üzerinde yapılmasıyla makul bir emniyet elde edilir. Buna kimyevi maddelerin insan derisi üzerinde etkisinin araştırılması misal gösterilebilir.
Eğer kimyevi maddelerin hastalık veya ölüme sebebiyet verdiği zannedilirse, ölünün kanıidrarı ve kas parçaları adli toksikolojiye analiz için verilir. Yapılan deneylerle, zararlı kimyevi maddeler ve miktarları tespit edilebilir.

Tarihçe

Toksikoloji denilince akla ilk olarak Paracelsus gelir. 16. yüzyılda Paracelsus'un (1493-1541) zehiri tanımlarken kullandığı "Her madde zehirdir. Zehir olmayan madde yoktur; zehir ile ilacı ayıran dozdur" şeklindeki ifade, bugünkü modern toksikolojinin de çıkış noktasıdır.

Alt dalları

25 Ağustos 2015 Salı

İnsan beyni üretildi!

ABD'li Bilim İnsanları, Laboratuvarda küçük bir insan beyni üretmeyi başardı


Üretilen beyin, insan beyninin neredeyse tam bir küçük sürümü. Bu çalışmayla nörolojik hastalıkların tedavisine yardımcı olunabileceği belirtiliyor.
Bir bezelye büyüklüğünde olan beyinde çok sayıda hücre türü, beynin tüm ana bölümleri ve bir omurilik bulunuyor; ancak beyinin damarsız olduğu belirlenmiş.
Beyin insan deri hücrelerinden üretildi ve şu ana dek üretilenler arasında gerçeğine en benzeri olarak nitelendiriliyor. Anand çalışma sonuçlarını Florida’da sağlıkla ilgili bir askeri etkinlikte açıkladı.
Üniversiteden yapılan açıklamada Anand’ın, üretilen beynin ilaçların zihin üzerindeki etkilerinin test edilmesini daha kolay ve daha etik hale getireceğini düşündüğü bildirildi.
Çalışmanın sinir sistemi hastalıklarına çare bulunmasına da yardımcı olması bekleniyor. OhioState Üniversitesi’nden Rene Anand, laboratuvar ortamında beş haftalık bir fetüsün beyniyle eşit olgunlukta bir beyin üretmeyi başardı.
Deutsche Welle Türkiye’nin haberine göre Rene Anand: “Bu sadece gelişen bir beyin gibi görünmekle kalmıyor aynı zamanda farklı hücre türleri, bir beyin gibi tüm genleri gösteriyor” dedi.

http://labmarket.sinanson.com/

18 Ağustos 2015 Salı

Sadece İnsanlarda Bulunan Beyin Bölgesi

Yüzyıllardır bilim insanlarının merak ettikleri soruların başında insanları diğer canlılardan ayıran nedir sorusu gelir. Geçtiğimiz sene Leuven ve Harvard Tıp Fakülteleri’nde çalışan araştırmacıların yürüttüğü ortak bir projede sadece insan beyin korteksinde bulunan iki nöron ağı bulunmuştu. Şimdi ise Oxford Üniversitesi bilim insanları en yakın akrabalarımızda bile bulunmayan bir beyin bölgesi keşfettiklerini duyurdular.
Bulunan beyin bölgesinin karar verme süreçleri ve üst düzey planlama işleriyle ilgili olduğu biliniyor. Oxford Üniversitesi Deneysel Psikoloji Bölümü’nden Prof. Matthew Rushworth sadece insan beynine özgü bir bölge tanımladıklarını ve bu bölgenin bilişsel yeteneklerle ilgili olduğunu ifade ediyor.
25 kişinin katıldığı araştırmada, katılımcıların beyinlerinde bilişsel yeteneklerle ilgili olduğu bilinen ventrolateral frontal korteksteki kritik bölgeler manyetik rezonans görüntüleme (MRI) tekniğiyle tespit edildi. Çalışmada ayrıca bu bölgelerin beynin diğer kısımlarıyla ilişkisi de araştırıldı. Son olarak insan beyinlerinin MRI taramaları 25 makak maymununun beyin taramalarıyla karşılaştırıldı.
Ventrolateral frontal korteks sadece insanlarda ve diğer primatlarda bulunuyor ve en gelişmiş dil ve bilişsel işlevlerden sorumlu. Bu bölgede bazı kısımların zarar görmesi çeşitli psikiyatrik hastalıklara sebebiyet verebiliyor. Beynin bu bölgesinin iyi anlaşılması başta psikiyatrik rahatsızlıkların tedavisinde olmak üzere daha birçok alanda beyinde gerçekleşen değişiklikleri daha iyi çözümlememize anlamamıza yardım edecektir.
Rushworth beyni birbirine bağlanmış nöral gruplardan oluşan bir mozaik olarak tanımlıyor. Ekip araştırmalarında beynin nerdeyse yarısını kaplayan frontal bölge üzerinde yoğunlaşıp, buradaki nöron sayısı ve nöronların konumlarını belirlemeye çalıştılar. Rushworth her bir nöral grubun bağlantılarına baktıklarını ve bu nöronların beynin diğer bölgeleriyle olan iletişimlerini incelediklerini söylüyor. Bu bağlantılar beynin bir bütün halinde çalışmasını ve görevini mükemmel bir şekilde yerine getirmesini sağlamakla beraber nöral gruplar için bir nevi parmak izi niteliği taşıyor. Yani bir grubu diğer gruptan ayıran şey beynin geri kalanıyla yaptıkları bu bağlantılar. 
Ekip insan ventrolateral frontal korteksinin MRI görüntülerini aldıktan sonra bu bölgeyi 12 alana ayırdı. 12 alanın her biri beynin bir bölgesiyle kendine özgü bir şekilde bağlantı kuruyor. Araştırmacılar maymun beyinlerinde bu alanlara karşılık gelen yerlere baktılar ve 12 alandan 11’inin beynin diğer kısımlarıyla insandakine benzer bağlantılara sahip olduğunu gördüler. Geriye kalan tek bölge olan lateral frontal pole prefrontal korteks maymun beyninde bulunmuyordu, sadece insana özgüydü.
Makalenin başyazarı olan Franz-Xaver Neubert araştırmayla ilgili şu sözleri söylüyor “İnsan frontal korteksinde en yakın akrabalarımız olan maymunlarda bile karşılığı olmayan bir bölge keşfettik. Bu bölge aynı zamanda stratejik planlama, aynı anda birden fazla iş yapabilme ve karar verme süreçleriyle yakından ilişkili.
Araştırma ekibi ayrıca insanda beynin işitsel kısımlarının prefrontal korteks ile çok iyi bağlantılı olduğunu ancak makak maymunlarında bu bağlantının çok daha zayıf olduğunu keşfetti. Araştırmacıların yeni hipotezi bu bağlantıların bizim konuşma ve konuşmaları anlama yeteneklerimiz için çok önemli olduğunu söylüyor.

Tekilliğe Adım Adım: Google ''Kişiliğe Sahip Robot'' Teknolojisini Patentledi!

Google, 31 Mart 2015 tarihinde "robotlarda kişilik geliştirmeye yönelik metotlar ve sistemler" başlıklı bir patent başvurusunda bulundu ve başvurusu kabul edildi. Bu durum, robotların bizlerden elde ettiği verilere bağlı olarak gelecekte ne şekilde davranacaklarına bir pencere aralamış oluyor. Umuyoruz ki birleşerek üzerimize yürümeyecek ve şehirlerimizi işgal etmeyecekler...

Şirketin patenti, robotlara "internet üzerinden indirilebilecek ve onlara mutluluk, korku, şaşırma, kafa karışıklığı, düşüncelilik, alaycılık gibi duygu ve davranış durumlarını sağlayacak ve bunlar arasında geçiş yapmayı sağlayacak" bir sürecin detaylarını içeriyor.

Google'ın geleceğe dair vizyonu, her bir insana ait kişisel bir robot yerine, robotlar arasında aktarılabilecek kişilik özelliklerini öngörüyor.  Patentte şöyle belirtiliyor:

"Kişilik ve duygu hali diğer robotlarla paylaşılabilir; böylece bir veya birden fazla cihazdaki robotlar klonlanarak kopyalanabilir. Bu sayede, kişi bir başka şehre seyehat etse bile, evindeki robotunun kişilik ve duygusal özelliklerini bulunduğu şehirdeki robota (bir diğer "deriye") indirebilir. Böylece robotun kişiliği taşınabilir ve aktarılabilir olur."

Bu patent, Will Smith'in başrol oynadığı bilimkurgu filmi Ben, Robot'un açılış sahnesinden pek de farklı gözükmüyor. Filmde bir robotun "kötücül veri genleri", bulut bilişim sistemleri aracılığıyla diğer robot "türdaşlarına" aktarılıyordu.

Kulağa her ne kadar abartılı gelse de, yapay zekanın insanın zeka kapasitesini geçtiği ve durdurulamaz bir şekilde zekasının arttığı "teknolojik tekillik" fikri Stephen Hawking, Bill Gates ve Elon Musk tarafından endişelerin dile getirildiği bir olgu. 

Ancak Google muhtemelen bu teknolojiyi gelecek için garanti altına alıyor ve muhtemelen bu patentin kullanılacağı bir ürünü yakın gelecekte piyasaya sürmeyecek. İnsanlık olarak henüz ikna edici bir başarıyla merdivenlerden yukarı tırmanabilen bir robot bile yapabilmiş değiliz; dolayısıyla robotlardan oluşan bir ordunun şehirlerimizi işgal etmesine daha epey bir yol var gibi gözüküyor.